10 Kasım sabahı, Hindistan’ın başkenti Delhi’nin işlek bir caddesinde bir araç patladı ve en az 12 kişi hayatını kaybetti, 20’den fazla kişi ise yaralandı. Hindistan hükümeti olayın “terör saldırısı” olduğunu açıkladı ve saldırının “Hindistan ulusu karşıtları” tarafından gerçekleştirildiğini belirtti.
İki gün sonra, kabine güvenlik toplantısının ardından yapılan resmi açıklamada, olayla ilgili herhangi bir ülke doğrudan suçlanmadı ancak medya incelemelerinin Türkiye bağlantısına işaret ettiği vurgulandı.
Türkiye Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, konuyla ilgili yazılı bir açıklama yayımladı. Açıklamada, Hindistan medyasının “iki ülke ilişkilerini zedelemeyi amaçlayan kötü niyetli bir dezenformasyon kampanyasının parçası” olduğu iddia edildi.
Merkez, “Türkiye, her türlü terör eylemini nerede ve kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirsin kesin bir biçimde reddeder” ifadeleriyle, iddiaların “somut dayanağı olmayan” olduğunu vurguladı.

BBC Monitoring’e göre, Hindistan’ın bazı ana akım medya organları, patlamanın arkasında bir militan hücrenin Türkiye’de konumlandığını iddia etti. Yayınlar, doktorların da içinde olduğu bir grup militanın yöneticilerinin Türkiye’de bulunduğunu öne sürüyor.
India Today, polis kaynaklarına dayanarak, patlamayı gerçekleştiren şüphelilerle Ankara’da operasyona destek veren bir kişi arasında bağlantı olduğunu belirtti. Economic Times ise, bu bağlantının “Hindistan karşıtı terör operasyonlarının Pakistan’ın ötesine yayıldığını” gösterdiğini iddia etti.
İddialar arasında, intihar bombacısı olduğu iddia edilen kişinin Türkiye’ye bir ziyaret yaptığı ve saldırının burada planlandığı da bulunuyor. Tutuklanan Dr. Muzammil Şakil Ganaye’nin de Türkiye’ye gittiği bildirildi.
Bu olay, Hindistan’ın 7 Mayıs’ta Pakistan’ı bombaladığı “Sindoor Operasyonu” sonrası oluşan gerginliğin bir uzantısı olarak görülüyor. O dönemde, Türkiye’nin Keşmir’deki ayrılıkçı grupları desteklediği ve Sindoor Operasyonu’na “Pakistan’a yardım” ettiği iddiaları gündeme gelmişti.
Hindistan, aynı yıl Türk havacılık şirketi Çelebi’nin güvenlik lisansını iptal etti ve Türkiye’ye karşı geniş kapsamlı bir boykot çağrısı yaptı. Haziran’da ise Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin Kıbrıs ziyareti, “Türkiye’ye bir mesaj” olarak yorumlandı.
Olayın ardından, birkaç Batı ülkesinin dışişleri bakanlıkları, soruşturmanın bağımsız ve şeffaf yürütülmesini talep etti. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ise, terör olaylarının politize edilmesinin bölgesel istikrarı tehdit ettiğine dikkat çekti.
Türkiye, “her türlü radikalleşme faaliyetinin hiçbir ülke tarafından desteklenmediğini” tekrar vurguladı ve “İki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden normalleşmesi için karşılıklı güvenin tesis edilmesi gerektiğini” dile getirdi.
Uzmanlar, Hindistan’ın bu iddiaları diplomatik kanalda nasıl kullandığını yakından izliyor. Eğer iddialar kanıtlanırsa, iki ülke arasında yeni yaptırımlar ve ticari kısıtlamalar gündeme gelebilir. Diğer yandan, Türkiye’nin “dezenformasyon kampanyası” olarak nitelendirdiği iddiaların geri çekilmesi, Hindistan’ın iç güvenlik politikalarına yön verebilir.
Bu gelişmeler, sadece Hindistan‑Türkiye ilişkilerini değil, bölgedeki güvenlik dengelerini ve uluslararası terörle mücadele işbirliğini de etkileyebilir.