Bedr Ebu Islih, Gazze’nin El‑Bureyc Mülteci Kampı’nda doğup büyüdü. “Hayalim, bilgiyle toplumu aydınlatmaktı” diyerek küçük yaşlardan beri akademik kariyer hedefledi.

Yüksek lisansını ekonomi üzerine, doktorasını ise Mısır’daki Arap Araştırmaları ve Çalışmaları Enstitüsü’nde tamamladı. Ayrıca Harvard Eğitim Koleji’nden Profesyonel Finansal Muhasebeci (PFA) sertifikası aldı.
Doktora sürecinde, Gazze üniversitelerinden birine akademik kadro teklifinin geldiği söyleniyor. “Üniversitelerde ders vermek, genç beyinleri yetiştirmek en büyük arzumdu” diyor Ebu Islih. Ancak İsrail’in 2023‑2024 yıllarında Gazze’ye düzenlediği geniş çaplı saldırılar, eğitim altyapısını neredeyse tamamen yok etti.
İsrail ordusunun saldırıları sonucunda:
• 392 okul ve üniversite binası kısmen, 165’i tamamen yıkıldı.
• 193 akademisyen ve bilim insanı hayatını kaybetti.
Bu yıkım, Ebu Islih’in akademik kariyerini aniden durma noktasına getirdi.
“Savaş başladığında 2‑3 ay içinde bitecek, üniversitelerden cevap gelecek” diye umutla beklerken, çatışmaların uzaması ve altyapıların çökmesi nedeniyle hayaller birer birer yıkıldı. “Hayallerimiz büyük, ama gerçekler çok daha acımasız” diye anlatıyor Ebu Islih.
Yaşadığı ekonomik ve psikolojik sıkıntılar, ailesinin geçimini sağlamak için pratik bir meslek seçmesine yol açtı. Fırıncılık, hem gelir kaynağı hem de topluma hizmet etmenin bir yolu olarak ortaya çıktı. Günlerini Gazze’nin yıkık sokaklarında ekmek pişirirken, aynı zamanda çevredeki çocuklara temel okuryazarlık ve matematik dersleri vermeye çalışıyor.
Eşi, yabancı uyruklu ve savaş görmemiş bir kişi; iki çocuğu ise henüz okula başlayamadan yaşam koşullarının zorluklarıyla mücadele ediyor. Ebu Islih, “Ailemizi korumak için buradayım, hayallerim içinse bir gün tekrar akademiye döneceğim” diyor.
Fırında çalışırken, “Çadırda ve enkazın üstünde bile olsa üniversite öğrencilerine ders vermek istiyorum” şeklinde bir manifesto oluşturdu. Bu söz, Gazze’nin genç neslinin eğitim hakkına dair umudunu simgeliyor.
“Savaş bittiğinde, yeniden üniversitelere döneceğiz. Hiçbir pişmanlık duymadan, keşke demeden burada kalacağız ve bu toprakları asla başkasına teslim etmeyeceğiz” diye vurguluyor Ebu Islih. “Çocuklarımıza sabretmeyi, hayallerini gerçekleştirmeyi öğretmeliyiz; biz onlara gerçek bir ‘okul’ olmalıyız” şeklinde bir vizyon çiziyor.
Bu hikâye, savaşın yıkımına rağmen bireysel direnişin, eğitim aşkının ve toplumsal dayanışmanın ne kadar güçlü olabileceğini gösteriyor.