Erzurum’un Olur ilçesinde doğmuş, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde 40 yıl boyunca insanlara şifa dağıtan Yakup İşleyen (65), emekli olduktan sonra hayatının en renkli projesine imza attı: Oltu taşı tozuyla ahşap oymacılığı.


İşleyen, 2020 yılında tıpta aktif görevini bıraktıktan sonra evinde kurduğu küçük atölyesinde, “her aletin bir sesi vardır, her ses de bir hikaye anlatır” diyerek ahşapla buluştu. İlk başta hobi olarak başlayan bu uğraş, kısa sürede bölgenin geleneksel zanaatına yeni bir boyut kazandırdı.
Oltu taşı, Erzurum’un kıymetli yarı değerli madenlerinden biri; ancak yüzde 70’i toz ve atık olarak geri dönüyor. İşleyen, bu israfı “katma değer yaratmak” amacıyla tersine çevirmeyi hedefliyor. Taşın ince tozu, ağaç kabuğunun gözenekli yapısına nüfuz ederek ahşap yüzeylerde eşsiz bir parlaklık ve renk geçişi sağlıyor.
Atölyesinde ürettiği tablo, kutu, sandık ve küçük heykelciklerde Oltu taşı tozu, doğal bir pigment görevi görüyor. Bu eserler, sadece estetik bir değer taşımakla kalmıyor; aynı zamanda bölge ekonomisine yeni bir gelir modeli sunuyor. İşleyen, “Oltu taşı sadece bir madde değil, tarih, jeoloji ve insan emeğinin birleşimidir” diyerek bu yaklaşımın kültürel bir köprü kurduğunu belirtiyor.
Doktorluk yıllarında hastalarına “sanat bir tedavi şeklidir” mesajını vermiş olan İşleyen, şimdi kendisi de bu ilkeyi pratikte uyguluyor. Ahşap ve taşın birleşimi, hem görsel hem dokunsal bir terapi etkisi yaratıyor; özellikle pandemi sonrası artan stres ve yalnızlık hissiyle mücadele eden birçok kişi, onun atölyesini ziyaret ederek bu deneyimi yaşıyor.
Oltu taşının madencilik süreçleri oldukça zorlu; yüksek rakımlar, sert kayalar ve yoğun kış şartları işçilerin hayatını zorlaştırıyor. İşleyen, “Bu değerli madenin sadece %30’u kullanılabiliyor. Geri kalan %70’i ise toz ve atık olarak atılıyor” diyerek, bu atıkların yaratıcı bir şekilde değerlendirilmesinin önemine vurgu yaptı.
Bu bağlamda, yerel ekonominin güçlendirilmesi ve çevresel sürdürülebilirlik iki ana hedefe dönüşüyor. İşleyen, “8 bin kişilik bir fabrika gibi düşünün; bu fabrikayı sadece madencilikle sınırlı tutmak yerine, sanat ve tasarım üzerinden yeni katma değerler ekleyebiliriz” şeklinde bir vizyon çiziyor.
Günlük atölye çalışmaları, işleyen’in “sanatı bir terapi, tedavi ve aynı zamanda yeni bir gelir kaynağı” olarak görmesinden kaynaklanıyor. Yaratılan eserler, yerel pazarlarda ve çevrimiçi platformlarda satılarak, Oltu taşının ekonomiye katkısını artırıyor ve bölge halkının yaşam kalitesini yükseltiyor.
Bu benzersiz girişim, sanat, sağlık ve çevre bilincinin kesiştiği bir noktada duruyor. Yakup İşleyen, “İnsanlar bir sanat dalıyla uğraşırken gerçekten mutlu oluyor. Bu mutluluk, topluma geri döner; çünkü mutlu bir birey, çevresine daha çok değer katar” diyerek, sanatın iyileştirici gücüne bir kez daha işaret ediyor.
İlerleyen dönemde, İşleyen’in atölyesi, genç sanatçılar ve mühendisler için bir araştırma ve geliştirme merkezi olma potansiyeli taşıyor. Oltu taşı tozunun farklı malzemelerle kombinasyonu, yeni tasarım trendlerinin öncüsü olabilir ve bölgenin ulusal hatta uluslararası arenada tanınmasını sağlayabilir.