Avrupa genelinde yüzlerce aile, uzun yıllar boyunca görünmez bir tehlikenin içinde olduklarını ancak son dönemde ortaya çıkan bilimsel verilerle öğrendiler. Soruşturma, Danimarka merkezli European Sperm Bank (ESB)‘in yıllar içinde aynı donörden alınan sperm örneklerini kontrolsüz bir biçimde kullandığını ortaya koydu.
Donör, sağlıklı görünmesi ve tüm rutin tıbbi testleri geçmesi sayesinde uzun yıllar bağışta bulunmuştu. Ancak 2024’ün ortalarında TP53 geninde ölümcül bir mutasyon tespit edildiğinde, bağışları aniden durduruldu. Maalesef, o tarihe kadar yaklaşık 200 çocuğun doğumuna sebep olmuştu.
Bu mutasyonu miras alan çocuklarda Li‑Fraumeni Sendromu gelişiyor; uzmanlar yaşam boyu kansere yakalanma riskinin %90’a kadar çıkabildiğini ve çocukluk çağı tümörleri, beyin tümörleri, kemik kanserleri gibi agresif kanser türlerinin sık görüldüğünü belirtiyor.
Doğumlar Danimarka, Belçika, İspanya, Yunanistan ve Almanya gibi ülkelerde gerçekleşti. Ayrıca İrlanda, Polonya, Arnavutluk ve Kosova‘da da sperm satışı yapıldığı bildirildi. İsveç’ten çok sayıda kadın da bu donörü kullanarak tedavi gördü; Birleşik Krallık’a resmi bir satış yapılmamış olsa da, bazı İngiliz kadınların Danimarka’da tedavi gördükleri doğrulandı.


2024 sonunda yayımlanan kapsamlı rapora göre:
Raporda ayrıca, mutasyonun mevcut tarama yöntemleriyle tespit edilmesinin imkânsız olduğu ve bu yüzden ailelerin çoğunun ne yazık ki durumu fark edemediği vurgulandı.
European Sperm Bank, ailelere “en derin taziyelerini” iletirken, mutasyonun mevcut testlerle keşfedilemeyeceği gerekçesini savundu. Bunun üzerine Avrupa Sağlık Bakanları Toplantısı, sperm bankacılığı ve genetik tarama protokollerinin yeniden gözden geçirilmesi çağrısında bulundu.
Genetik uzmanları, TP53 gibi kritik genlerin taranmasının zorunlu kılınması ve bağışçıların hayat boyu izlenmesi gerektiğini vurguluyor. Ayrıca, etkilenen çocukların erken tanı ve sıkı takip programlarına alınması, yaşam kalitelerinin artırılması açısından hayati önem taşıyor.
Bu skandal, Avrupa’da üreme sağlığı politikalarının ve etik denetim mekanizmalarının ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.