Türkiye, Rusya ve İran ile yürüttüğü Astana süreci, bölgedeki çatışmaların durdurulması ve diplomatik bir çözüm üretilmesi açısından “örnek alınması gereken bir süreç” olarak nitelendirildi. Fidan, “Çatışan taraflar adına hareket eden güçlerin, destekleyici güçlerin bir araya gelip bir anlayış birliğine ulaşması” gerektiğini vurguladı.


Bu süreçte, özellikle kuzeydeki muhalif grupların kontrol ettiği bir bölge oluşturularak, bu alana dış müdahalenin önüne geçilmesi hedeflendi. Fidan, “Cumhurbaşkanımız ve Sayın Putin’in liderlik diplomasisi” sayesinde bölgenin bir ölçüde istikrar kazandığını belirtti.
Fidan, Suriye yönetiminden dört temel beklentiyi sıraladı:
1. Komşular için bir tehdit yaratmayacak bir politika.
2. Terör örgütleriyle bağlantıların kesinlikle kesilmesi.
3. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin korunması.
4. Tüm toplumsal kesimlerin haklarının korunarak, baskı ve zulümden uzak bir yönetim modeli.
Bu maddeler, bölgedeki istikrarın sürdürülebilirliği için kritik adımlar olarak öne çıkarıldı.
Fidan, “Eğer bu süreci diplomatik bir maharetle yönetmeseydik, kuzeyde yaşayan 5 milyon Suriyeli ve 3 milyon iç bölgede yaşayan Suriyeli, Türkiye’ye akın edebilirdi” diyerek mülteci akını riskine dikkat çekti. Rus, İranlı milisler ve rejim güçlerinin ilerleyişi durumunda, göç dalgalarının kontrol edilemez bir boyuta ulaşabileceği uyarısında bulundu.
Fidan, 10 Mart’ta YPG ile Şam yönetimi arasında varılan mutabakatın hâlâ somut adımlarla pekiştirilmediğini ve “YPG’nin silahlı unsurları nasıl entegre edileceği” sorusunun cevap beklediğini ifade etti. Bu konunun, Türkiye‑ABD iş birliği çerçevesinde ele alınması gerektiğini vurguladı.
Fidan, ABD Başkanı Trump’a Suriye yönetimine şans verilmesi ve bu adımın bölgesel istikrar için önemli olduğunu dile getirdi. Ayrıca, İsrail’in ve diğer Arap ülkelerinin Amerika ile olan ilişkilerinin bölge güvenliğine etkisini de vurguladı.
“Suriye’nin tekrar kaos alanı olmasına Türkiye olarak müsamaha gösteremeyiz” diyerek konuşmasını sonlandıran Fidan, Irak‑Suriye’deki geçmiş deneyimlerden alınan derslerin yeni stratejilerin temelini oluşturduğunu belirtti. Bölgedeki risklerin “diyalogla, görüşmeyle” yönetilmesi gerektiğini, aksi takdirde “büyük bir kayıp” yaşanacağını sözlerine ekledi.