Adalet ve Liyakatli Sendikalar Konfederasyonu (AL‑KON) Genel Başkan Yardımcısı ve Demokrat Büro Çalışanları Sendikası (DEB‑SEN) Genel Başkanı Mehmet Zülfikar Kotanlı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen ücret düzenlemesi kararına ilişkin kapsamlı bir açıklama yaptı. Kotanlı, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) Cumhurbaşkanlığı Bütçesi görüşmeleri sırasında, kamuoyu denetiminden uzak bir biçimde, 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yapılan değişiklikle yüksek ek ödeme öngören bir önergenin tüm partilerin mutabakatıyla kabul edilmesini büyük bir kaygı ile izlemekteyiz” ifadelerini kullandı.
Bu değişiklik sadece bir ücret düzenlemesi değil, Türk kamu yönetiminin geleceğine yönelik ciddi bir tehdittir dedi.


Mehmet Zülfikar Kotanlı, yeni düzenlemenin temel geçim zorlukları yaşayan, maaşları hayat pahalılığı karşısında eriyen genel kamu çalışanlarını görmezden geldiğini, yalnızca üst düzey yöneticiler, uzman ve müfettiş kadrolarına ortalama 30 bin TL’ye varan yüksek ek ödemeler sağlayarak ücret adaletsizliğini kabul edilemez bir seviyeye taşıdığını belirtti.
Bu uygulama, Anayasa’nın sosyal adalet ve eşitlik ilkeleriyle doğrudan çelişmekte; çalışma hayatının temel dinamiklerini olumsuz etkileyerek kamu hizmetinin bütünlüğünü ve itibarını derinden yaralamaktadır.
Kotanlı, AL‑KON ve DEB‑SEN olarak “düzenlemenin kamu yönetiminde yol açtığı moral bozukluğu ve verimlilik kaybının acilen gözden geçirilmesini” talep etti. Sendikalar, ek ödeme düzenlemesinin yalnızca belirli kadrolara odaklanmak yerine, tüm kamu personelinin alım gücünü yoksulluk sınırının üzerine taşıyacak adil bir zam politikası hâline dönüştürülmesini istedi.
“Personel politikasında imtiyaz ve sadakat yerine, Anayasal bir zorunluluk olan liyakat ve kariyer sisteminin güçlendirilmesi yönünde acil adımlar atılmalıdır” diyen Kotanlı, düzenlemenin geri çekilmesini veya kapsayıcılığın tüm kamu personelini içine alacak şekilde genişletilmesini savundu.
375 Sayılı KHK, 2023 yılında ekonomik kriz ve enflasyonun zirveye çıktığı bir dönemde çıkarıldı. O zamandan beri kamu personeline yöneltilen bir dizi ek ödeme, sadece belirli meslek gruplarını hedef alarak “iki sınıflı” bir sistemin oluşmasına zemin hazırladı. Geçmişte benzer düzenlemeler sosyal güvenlik protestolarına, grevlere ve kamu çalışanları arasında artan memnuniyetsizliğe yol açmıştı. Uzmanlar, bu tür tek taraflı mali ayrıcalıkların kamu hizmetlerinin kalitesini düşürdüğünü ve uzun vadede devlet bütçesine ek yük getirdiğini vurguluyor.
Türkiye’de asgari ücret, yaşam maliyetleri ve açlık sınırı arasında sıkışmış durumda. Kotanlı’nın da vurguladığı gibi, “ülkemizde asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı, emeklilerin dahi zorluk yaşadığı bu kritik ekonomik dönemde, görece yüksek maaş alan bir kesime bu denli yüksek ek zam verilmesi, sosyal adalet ilkesine tamamen aykırı, vicdanları yaralayan bir tercihtir.”
Sendikalar, bu bağlamda kamu çalışanlarının motivasyon kaybını önlemek, verimliliği artırmak ve kamu güvenini yeniden tesis etmek amacıyla kapsamlı bir revizyon talep ediyor.
Parlamenterlerin ve hükümet yetkililerinin bu itirazları nasıl değerlendireceği, kamu yönetiminde yeni bir denge noktası bulunup bulunmayacağı merakla bekleniyor. Uzmanlar, şeffaflık, katılımcılık ve sosyal adalet ilkelerinin yeniden ön plana çıkarılması durumunda, düzenlemenin yeniden şekillendirilmesinin mümkün olabileceğini belirtiyor.
Bu süreç, sadece bir ücret düzenlemesi değil, kamu hizmetinin temel taşlarını oluşturan liyakat, eşitlik ve sosyal devlet prensiplerinin yeniden teyit edilmesi anlamına geliyor.