İran Meteoroloji Kurumu, ülke genelindeki yağışların uzun dönem ortalamasına göre %89 azaldığını açıkladı ve “son 50 yılın en kurak sonbaharı”nı yaşadıklarını belirtti. Başkent Tahran’da yağış miktarı, son yüzyılın en düşük seviyesine gerilerken, birçok eyalet aylarca tek damla yağmur almamış durumda.

Resmî ajans IRNA’nın bildirdiğine göre, ilk bulut tohumlama operasyonu, Urmiye Gölünün bulunduğu ve uzun süren kuraklık nedeniyle büyük ölçüde çekilerek tuz çölüne dönüşen bölgede gerçekleştirildi. İran’ın en büyük gölü olan Urmiye için su seviyesini artırmaya yönelik bu deneme, gelecekte diğer kurak eyaletlerde de tekrarlanacak.
Bulut tohumlama, uçaklarla bulutlara gümüş iyodür veya tuz gibi partiküller püskürtülerek yağış oluşumunun tetiklenmesini amaçlayan bir yöntemdir. İran, geçen yıl bu teknolojiyi tamamen kendi imkânlarıyla uygulayabildiğini duyurmuştu; bu sefer ise operasyon, bölgenin iklimsel koşullarına özel olarak planlandı.
Ortadoğu’da su kaynaklarının azalması ve iklim değişikliğinin etkileri, bulut tohumlamayı ülkeler arası bir gerginlik unsuru haline getirdi. İran yetkilileri, geçmiş yıllarda İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni bulutları çalarak İran’da yağmur yağmasını engellediklerini suçlamıştı. Devrim Muhafızları’ndan Tuğgeneral Gholam Reza Jalali, 2018’de yaptığı açıklamada, “Hem İsrail hem de başka bir ülke İran’da yağmur yağmaması için çalışıyor” demişti.
İran Meteoroloji Kurumu, yağışların hâlen uzun dönem ortalamasının çok altında olduğunu vurgulayarak, kış gelmeden yağışların başlamaması hâlinde Tahran’da tahliye senaryolarının gündeme gelebileceği uyarısında bulundu. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, bu ay yaptığı açıklamada, bulut tohumlama çalışmalarının kapsamının genişletileceğini ve bölgedeki diğer kurak alanlarda da benzer operasyonların hayata geçirileceğini belirtti.
Uzmanlar, bulut tohumlamanın iklim politikalarında yeni bir araç olabileceğini, ancak bölgesel işbirliğinin ve şeffaflığın sağlanmadığı takdirde yeni bir su savaşı riskini artırabileceğini vurguluyor. İran’ın bu hamlesi, su krizinin jeopolitik boyutunu daha da belirginleştiriyor ve Orta Doğu’da iklim politikalarının geleceğine dair yeni soruları gündeme taşıyor.