Yüzyıllardır Orta Asya Türklerinin kültürel bir parçası olan kopuz sesleri, Ankara’nın kalbinde, Kızılay meydanındaki eski bir apartmanın dar merdivenlerinden yükseliyor. Bu melodi, Kırgızların yönettiği bir sohbet odasının kapılarını aralıyor ve içinde Türk soylu kadın bakıcıların yaşam mücadelesine tanıklık ediyor.


Bu mekân, Kırgız motifleriyle süslenmiş, ayakkabısız girilen, halı ve minderlerle dolu bir oturma odası sunuyor. Kadınlar çoğunlukta; haftada bir gün izinleri var, ancak çalışma izni, sigorta ve resmi sözleşme olmadan, sadece sözlü anlaşmalarla çalışıyorlar. Kimisi memleketine para gönderiyor, kimisi borçlarını ödemek için bu zor işi seçiyor.
Çocuk ve yaşlı bakımının yanı sıra, ev işlerinden misafir ağırlamaya kadar her sorumluluğu üstleniyorlar. 43 yaşındaki Aysel, “Yemek, temizlik, çamaşır, ütü ve hatta bahçe işleri… tek bir çatı altında bütün ev işlerini yapıyoruz” diye anlatıyor. Arkadaşı Nergiz ise “Sürekli misafir geliyor, onları da ağırlıyoruz” diyerek yüklerini pekiştiriyor.
İzin günlerinde bile misafirliğe gittiğimizde izin iptal ediliyor, haftada bir kez yıkanma izni veriliyor. Birçok kadın, işverenin elinde bir el çantası gibi taşınıyor; ev işlerinden dışarıdaki etkinliklere kadar her an hizmet vermek zorunda kalıyorlar.
Türkiye’de çalışma izni almış Türk soylu yabancı sayısı artarken, Ekim ayında yürürlüğe giren yönetmelik yeni şartlar getirdi. “Türk soylu” tanımı, tarih, kültür ve dil bağı bulunan yabancı toplulukları kapsıyor. Ancak hâlâ çok sayıda kadın sözlü anlaşmalarla, yasal koruma olmadan istihdam ediliyor.
Yabancılar Hukuku uzmanı Avukat Burcu Ertim, “İşverenler, çalışma izni ve sosyal güvenlik masraflarından kaçınmak için bu kadınları kaçarak çalıştırıyor” diyor. Altı yıldır bakıcılık yapan Nur, “Çalışma izni alındığında bile işveren beni sahiplendirdi, her işi yaptırıp daha çok çalıştırıyor” şeklinde deneyimini paylaşıyor.
10 yıldır bu sektörde olan Elnura, “İlk üç ay yoğun çalıştırılıyor, süresi dolunca ise izin verilmiyor, kaçak durumuna düşüyoruz” diye ekliyor. Bu durum, kadınları ya memlekete dönmeye ya da kaçak çalışmaya devam etmeye zorlayan iki uç seçenek olarak ortaya çıkıyor.
Araştırmacı Dr. İmge Tuğçe Bağır, kadınların “ev içi taciz ve fuhuş ithamları”yla karşılaştığını, bu suçlamaların kadınların zaten kırılgan konumlarını daha da derinleştirdiğini vurguluyor. “Yaşlı erkeklere bakarken taciz sık görülüyor, izin günlerinde fuhuş iddialarıyla suçlanıyorlar” şeklinde bir alıntı yapıyor.
Bir işveren, “Türk soylu kadınları daha ucuza, daha disiplinli ve eğitimli buluyoruz” derken, bir diğeri “Sorumluluğu büyük, hastalanınca ne yapacaklarını bilemiyor, nefes alacak bir ortam yok” diyor. Bu çelişkili yaklaşımlar, sektördeki sömürü döngüsünü perçinliyor.
TÜİK verilerine göre, 2024’te yabancı uyruklu nüfus içinde en çok Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan vatandaşları bulunuyor. Kırgızistan’da asgari ücret 32 dolar, Kazakistan’da 163 dolar gibi düşük rakamlar, bu kadınların Türkiye’ye göç etmesinin ekonomik temellerini gösteriyor.
Dr. Bağır, “Sovyetler’in dağılmasından sonra aileler ani bir statü kaybı yaşadı; bu nesil kadınlar, çocuklarının geleceği için Türkiye’ye gelerek bakıcılık yapıyor” diyor. Yeni düzenlemeler, Türk soylu yabancılara doktor, mühendis gibi mesleklerde çalışma imkanı tanırken, hâlen ikamet izni ve belge zorunluluğu gibi engeller mevcut.
Bu bağlamda, yasal koruma ve resmi sözleşme zorunluluğu, işverenlerin sorumlulukları ve toplumsal farkındalık artırılmalı. Sadece yasaların değil, uygulamaların da güçlendirilmesi, bu kadınların sessiz çığlığını duyurmak için kritik.