Japonya kökenli bir terim olan hikikomori, kişinin en az altı ay boyunca evinden çıkmaması, okul, iş ve sosyal ilişkilerden tamamen izole olması olarak tanımlanır. “Bu durum, yalnızca bireysel bir tercih değil, aynı zamanda çevresel baskıların bir yansımasıdır” diyen psikolog Dr. Ayşe Yılmaz, fenomenin modern yaşamın hızla değişen koşullarına bir tepki olduğunu belirtiyor.
Son yıllarda yapılan bir dizi akademik araştırma, Türkiye’de hikikomori sayısının %30‑40 arasında artış gösterdiğini ortaya koydu. Özellikle büyük şehirlerde, üniversite öğrencileri ve genç profesyoneller arasında izolasyon eğilimi belirginleşiyor. Bu artışın ardında işsizlik korkusu, gelecek kaygısı ve dijital platformların sunduğu sanal kaçış mekanizmaları bulunuyor.

Üniversite öğrencileri üzerinde yürütülen bir çalışma, belirsiz kariyer perspektifleri ve ekonomik güvensizlik yaşayan gençlerin “yaşamın anlamını sorgulama” eğiliminde olduklarını gösterdi. Bu sorgulama, bazı öğrencilerde “evimde kalmak daha güvenli bir seçenek gibi geliyor” şeklinde içe kapanma davranışına dönüşüyor.
İstanbul’da yapılan bir lise araştırması ise, ailelerin akademik başarı beklentileri ve rekabetçi okul ortamının gençlerde kaygı, yetersizlik ve suçluluk duygularını tetiklediğini ortaya koydu. Destekleyici aile ilişkileri ve güven temelli okul ortamı, bu olumsuz etkileri azaltmada kritik bir rol oynuyor.
503 yetişkin üzerinde yapılan geniş çaplı bir ankette, sosyal destek ağlarının azalması ve psikolojik dayanıklılığın düşmesi, bireylerin evlerine kapanma eğilimini %45 oranında artırıyor. Katılımcıların çoğu aileleriyle aynı evde yaşıyor olsa da, “evde olmak mutlaka sosyal bağların güçlü olduğu anlamına gelmiyor” şeklinde bir görüş belirtiyor. Modern yaşamın hızı, insanların birbirini dinleme ve paylaşma alanlarını daraltarak “paylaşılan yalnızlık” adı verilen yeni bir duygusal iklim yaratıyor.
Üç ayrı araştırmanın ortak sonucu, hikikomorinin artık bireysel bir sorun değil, toplumsal bir kriz haline geldiği yönünde. İş, eğitim ve sosyal yaşam alanlarındaki artan rekabet, belirsizlik ve anlam arayışı, bireylerin dünyayla bağını yavaş yavaş zayıflatıyor. Bu durum, özellikle genç kuşakların iç dünyasında sessiz bir kırılma yaratıyor ve uzun vadeli toplumsal maliyetlere yol açıyor.
Uzmanlar, sorunun tek yönlü bir müdahale ile çözülemeyeceğini vurguluyor. Önerilen çok yönlü yaklaşımlar arasında şunlar yer alıyor:
1. Üniversitelerde psikososyal destek ve kariyer danışmanlığı programlarının yaygınlaştırılması.
2. Okullarda sosyal hizmet birimlerinin güçlendirilmesi ve aile‑okul iletişiminin artırılması.
3. Topluluk temelli gönüllülük ve mentorluk projelerinin teşvik edilmesi.
4. Medyada ve kamu politikalarında gençlerin “anlamlı iş ve aidiyet” arayışına yönelik farkındalık kampanyaları.
Bu adımlar, sosyal bağların güçlenmesi ve yalnızlık duygusunun azaltılması açısından en etkili müdahaleler olarak görülüyor.
Bugünün Türkiye’sinde hikikomori, sadece bir bireyin kapısını kapatmasıyla başlamıyor; aynı zamanda güven, aidiyet ve gelecek umutlarının erozyonuna işaret ediyor. “Yalnızlık artık bir zayıflık değil, çağın ortak hikâyesi” diyen sosyolog Dr. Mehmet Çelik, bu fenomeni anlamanın ve dönüştürmenin toplumsal dayanıklılığı artıracağına inanıyor.